Sadece fotografta değil, sanatın bütün alanlarında yapıtları yaşatan ve
sanatçıyla izleyici arasındaki bağları oluşturan en önemli unsur
estetiktir. Değişik yaklaşımlar estetiğin yaşamda nasıl bir boşluğu
doldurduğu ve niçin varolması gerektiğini yaşamsal ve temel bir
noktadan yakalayamamışlardır. Sadece hedonik açıklamalar insana ait
somut bir ihtiyaç ve net bir öge temelinde yerleşmiştir. Ancak hedonik
tartışmalar hep çok genel başlıklar altında verilmiş ve olayı spesifiye
etmekten uzak kalmıştır. Bu denemede yazann amacı estetik duyumlamaya
ilişkin kuramlann artık insan organizmasının somut ihtiyaçlan düzeyinde
açıklanmasının gerekli olduğunu vurgulamaktır.
Estetik bilginin çok temel verilerinden yola çıkmakta fayda var
zannediyorum. Bir objenin ya da objeler arası ilişkinin estetize
edilmesi ne anlam taşıyor? Objenin sanat yapıtında var olan
gerçekliğinin aynısıyla yaratılmadığından eminiz. Çünkü obje kendi
gerçekliği ile ve kendini en iyi laklit eden şekliyle (daha iyi taklit
edilemeyecek şekliyle) zaten vardır. 0 nedenle aynı haliyle yeniden
üretilmesinin hayata yapacağı yeni bir katkı olamaz. Bunun yanında
herhangibir yapıtın kendini estetik olarak belirleyebilmesi için gerçek
hayatın verilmiş şeklinden bağımsızlığını koruyabilmesi gerekir.
Mesela, Renoir'ın "Diana" isimli nü çalışmasında çıplak bir kadın, bir
av sahnesinin dehşeti içinde verilmiştir. Gerçek hayatta iki farklı
mekanda yaşaması gereken iki obje (av hayvanı ve çıplak kadın) aynı
mekana yerleştirilmiştir. Yine Manet'in "Ölü Matador" tablosu hiç de
boğayla sonuna kadar mücadele edip toz toprak içinde kalmış, kana
bulanmış bir matador görünüşünde değildir. Aksine arenada değil
yatağında ölmüş, yüzünde neredeyse tebessüm belirecek bir güreşçi
teması verir. Niçin sanatçılar hayatı bu şekilde "döndürmek" ihtiyacı
içindedirler ve niçin diğer insanlar bu "döndürme işlemine kendilerini
katıp hedonik bir deyişle haz duyarlar.Bir yapıtı estetik bulabilmeniz
için ona kendinizi katabilmeniz gerekir.
Kendinizi alıp verilmiş doğasal bütünlükten ve ilişkiler çerçevesinden
çıkarak başka bir yerde, başka bir soyut düzlemde yeniden üretmemiz
gerekir. Bu sizin çocukluk hayallerinize, arkaik ve metamorfik düşünme
proseslerinize uygun düşer. Şimdi siz Rembrand'ın "Müsrif Oğul'un
Dönüşü" tablosunun karşısındasınız.Tablonun kaynak aldığı obje
ilişkilerini ve tablonun adını bilmiyorsunuz. Ama karşınızda yamalı
elbiseler ve tek pabucuyla kırmızı pelerinli yaşlıya sığınan kişiyi ve
yaşlının yüzünde tam belirlenmemiş ifadeyi okuyorsunuz. Tabloyla
kurduğunuz ortaklık sonunda kahramanlara ait bütün duygu ve
karakterleri en uç noktaya gölürüyorsunuz.Çocuğun kırmızı pelerinli
yaşlı üzerine kapaklanışını, kendini tam ve içten verme ve iradesini
teslim etme olarak algılıyoruz. Bu noktadaki pür olma, kelimenin gerçek
anlamında saf olma isteğiniz ne kadar fazlaysa duygunuzu o kadar
ileriye taşırsınız. Bu duygunun bu kadar ileriye gölürülebilme
aşkınlığı ancak hayata ait bütün gerçek ilişkilerin dümdüz edilip yok
sayılarak duygunun insana ve bütünüyle kendine maledilmesi ve insanın
artık bu duyguyla tanımlanmasıyla mümkündür.İnsanın yeniden ve son
noktasına erişmiş duyguyla tanımlanması, insanın izleyieinin ruhsal
ihtiyaçlarına göre yeniden ve kendi hayal gücüne göre yaratılması
oldukça çarpıcı ve Tanrısal bir imajdır.Kendini bu türlü bir ruh haline
sokan kişinin bir süre için hayatın gerçek ilişkilerine dönemeyeceği
açıktır. Nitekim sinemada film kahramanının niteliklerini içine alıp
sublime etmiş izleyici (karanlığın da verdiği ortamla diğer objeleri
kolaylıkla yok sayarak, böylece duyguyu uç noktaya taşıma eylemini çok
daha kolay yaparak) dışarıya çıktıktan sonra gerçek kişilerle ilişkiye
geçmesi oldukça güçleşir.
Bir yapıtın estetik olarak tarnmlanabilmesi için izleyici tarafından
kendini içine katabilecek ölçüde muğlak ve gizil bir karakter taşıması
gerekir. Çok açık mesajlar ve net çizgiler taşıyan bir yapıt
izleyicinin kendi hayal gücünü yaşatmasına ve hayal gücüne uygun,
çocuksu ve ilk ihtiyaçlarına uyan yeni bir dünya yaratmasına engel
olacaktır. Hepimizin ruhsal ihtiyaçlarımıza uyan fantastik bir dünya
yaratma ve orada, bu dünyadaki sert ve acıtıcı ilişkiler nedeniyle
bulamadığınız nosyonu yaşama özlemlerimiz herhalde az değil.Her kişinin
ruhsal ihtiyacı da farklı yönlerde olacağına göre herkese hoş gelen bir
estetik yapıt ancak herkesin içinde kendini yüzdürüp uçlara
taşıyabileceği bir bulanıklıkta olmalı, bazı noktalannı belirleyip tek
bir gruba hitap etmemelidir.Gizil bir ortamda mesela karanlıkta
karşınızda bir tek defa yanıp sönen bir ışığı, parlayan her şeye
benzetebilirsiniz.Hayal gücünüze burada hiçbir şey sınır getiremez. Her
benzetme sizin istediğiniz yönde yapılabilir. İster yanıp sönen bir
kibrite, yaklaşan hırsızın küçük lambasına, yolunu kaybetmiş yolcunun
umutsuz ışığına, elinde gaz lambasıyla geçen bir dervişler grubuna ve
daha nelere... Ruhunuz neye ihtiyaç duyuyorsa ona... Yaşamda her şey
bir ihliyaçtan kaynaklanır ve hiç bir şey lüzumsuz değildir, adı
estetik de olsa eğer bu hayatın içinde varsa mutlaka hayata ait bir
ihtiyaca somut bir cevap verir. Çünkü hayatın kendisi somuttur ve
ihtiyaçlannı da somut olarak tespit eder. Bu noktada fotografa gelmek
istiyorum. Mimetik sanatlar içinde gerçeğe en yakınını veren sanat dalı
şüphesiz. fotoğraftır. 0 nedenle sanat mıdır, değil midir tartışmalan
yapılan da yine fotograftır. Hiç kimseye hayalleme imkanı tanımayan
yaklaşım estetik özelliğini kaybeder. Belge özelliğini kazanır.
Fotografı estetik olarak vermek istiyorsak mutlaka sürreele kaymak
zorundayız. Objeler arasındaki ilişkileri mutlaka hayatın verdiğinden
daha farklı bir noktaya götürmek ve insana, doğayla ve toplumla
çelişkilerinin keskinleştiği günümüzde, çelişkilerini yumuşatıp avucuna
alabileceği, hakim olabileceği malzemeyi sanat olarak ayağına sermek
zorundayız.
Croce "Doğal güzellik karşısında bulunan insan aslında pınar başındaki
narsisttir. Herkes doğal olguyu, kendi ruhunda meydana gelen ifade ile
ilgi içine koyar.Bir sanatçı sanki gülümseyen bir manzara karşısında,
bir başkası hoş bir kız yüzü karşısında ve bir başkası da
dolandırıcının kırış kırış yüzü karşısında kendinden geçer." der.
Croce'ın burada bildirmek istediği şey estetik duygusunun yapıtın
özelliklerinden çok, bireyin kendine bağlı bir özellik olduğu, bireyin
duyumsamaya yöneldiği şeye göre estetik beklentisinin değişik
olacağıdır. Toplumsal hayatın içindeki birey çocukluğundan itibaren her
gün hem doğa hem de loplumun kendisi tarafından hem kollanmakta hem de
yaralanmaktadır. (burada yaralanma ve kollanma bilinen anlamlarından
çok geniş tutulmuştur.) Yaralanan kişinin kendi yarasını
anlamlandırabilmesi ve bu anlam yüküyle birlikte olayı kendi
kişiliğinde geri döndürüp çözmesi mümkün görünmemektedir. Çünkü zaman
geçmiş ve yara yerleşmişitir. Şimdi yapılacak olan şey kişiliğin, aynı
tür yarayı alma ihtimali olan başka bireylere dağıtılması ve bu
kişilerin yaradan korunması yoluyla dağıtılmış kişilikteki yaranın
imajinasyon yoluyla tamiridir. Kişiliği dağıtan bireyin burada don
derece etik olan davranışına dikkat çekmek gerek. Bu noktada kişiliğini
dağıtmış olan birey, dikkat edilirse bütün insanlara ait bir iyilik
duygusuna, güzellik duygusuna, kendisini kapıp koparacak bir aşk
duygusuna ne kadar açtır, ne kadar açıklır. İşte tam bu noktada
yakaladığınız bireye iyilik ve kölülük timsali yönünden kısmen
kristalleri belli, diğer yönlerden flu bir yapıt sunarsanız yapılınızın
kendine uyan kristallerinden kalkıp flu yanlarında zengin ve kendine
özgü bir hayal dansına başlayacaktır. Ve bu yapıt alışkanlık nedeniyle
hayal potansiyeli düşene kadar kişiliği dağılmış insan için estetik
kalacaktır. Biraz önce bu kişiden etik bir karakter olarak
bahsedilmişti. Şimdi de estetik bir karakter olarak bahsediliyor. Etik
ve estetiğin giriftliği işte bu nokladadır. Estetiğe bu genel yaklaşım
çerçevesinde, her sanat dalının kendi içinde çizgilerini
somutlaştırdığı ayrıntılı yaklaşımları vardır. Ayrıntılı yaklaşımda,
resim ve özellikle fotograf için en önemli karakteristik, ışığı
kullanma biçimidir. Aynca sanatçının biçim ve öz giriflliğini uygun
şekilde vermesi, fotograf içinde her çizgiyi bütüne hizmet eden bir
konumda tutarken bütüne de tesir etmemesi önemlidir.